Kardak Krizi
Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Adacıklar ve Kayalıklar Sorunu
Bu Sözleşmenin 1. Maddesi hükmüne göre; "İtalya Hükümeti aşağıda yazılı adacıklar üzerinde Türkiye'nin egemenliğini tanır:
Volo (Çatal Ada), Ochendra (Uvendire), Fournachia (Furmakya), Kato Volo (Katovolo), Prasouid (Praşudi), (Katavolo Adasının Güney Doğusunda) ve Tchallota, Pighi, Nissi - Tis Pighi, Recif Agrecelia, Proussecllisse (Kaya), pano Makri, Kato Makri (Kayalıklarla birlikte) Marthi, Roccie Voutzaky (Rocci Vutchaki) Dacia (Dasya), Nissi-Tis-Dacia, Prassoudi (Dasyanın Kuzeyinde) Alimenterya (Alimentaria), Caravola (Karavola) Adacıkları"
Sözleşmenin 2. Maddesine göre "Bodrum Körfezindeki Kara Ada da Türkiye'nin olacaktır."
Madde 3; "Buna karşılık, Türkiye Hükümeti, merkezi kastellerizo Kenti kilisesinin kubbesi ve yarı kutru ve bu merkez ile San Stephano Burnu (Pointe du Vent) arasındaki uzaklık olan bir daire ile çevrilecek bölge içinde bulunan Psoradia, Polyphados, St. Georges (Güneyde St. Georges, Kuzeyde Agrielaia diye adlandırılan ve 236 sayılı İngiliz haritasında gösterilen iki ada), Psomi (Strongyle, 236 sayılı İngiliz haritası), Cutsumbora (Kutsumboras), (Kayalıklar), Mavro Poinaki (Mavro Poinchi), Mavro Poinis (Mavro Poini) adacıkları üzerinde İtalya egemenliğini tanır.
Yukarıda sözü geçen daire içindeki bu adacıklardan başka St. Georges (Rho), Dragonera, Ross ve Hypsili (Stronghyli) adacıkları da İtalya'nın olacaktır."
Sözleşmenin dördüncü maddesine göre; "Şurası kararlaştırılmıştır ki, İşbu sözleşmede tanımlanan suların ayrıldığı çizginin iki yanındaki tüm adalar, adacıklar ve kayalıklar, adları orada yazılı olsun ya da olmasın, bu adalar, adacık ve kayalıkların bulunduğu bölgenin kendi egemenliği altında olduğu Devlete ilintilidir."
Sözleşmenin beşinci maddesinde karasularının sınırlandırmasını oldukça ayrıntılı bir düzeneğe göre tespit ettikten sonra son paragrafta; "Bu Madde ile açıklanmış olup iki tarafındaki adalar ve adacıkların kime ilintili bulunduğunu belirlemek üzere, Bağıtlı Yüksek Taraflarca saptanan ayırım çizgisi doğuda Tugh burnu güneyindeki 3 mil uzaklıktaki bir noktada ve batıda Volo adasının güneyinden 3 mil uzaklıktaki öbür noktada, Türkiye ile İtalya arasında hiç tartışma konusu bulunmayan genel deniz sınırı ile birleşir" demektedirler. Sözleşmenin 5. Madde son paragrafındaki bu ifadeler doğrultusunda 4 Ocak 1932 tarihinde Sözleşmenin imzalandığı gün, Türk ve İtalyan teknisyenler aralarında gerçekleştirmiş oldukları bir mektup değişimi ile "...Türk-İtalyan deniz sınırının iki taraf arasında hiçbir tartışma konusu olmayan geri kalan kısmının çizilmesi için hükümetlerine bir Türk-İtalyan teknisyenler toplantısının gerçekleştirilmesini önermek için hazırlık yapmışlardır"
Türkiye ve Yunanistan arasında Kardak kayalıklarının hukuki statüsüne ilişkin tartışmalar söz konusu olduğunda teknisyenler düzeyinde yapılması önerilen bu toplantı sonrasında hazırlanan tutanağa ilişkin olarak farklı hukuki geçerlilik yorumları yapılmaktadır. 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler toplantı tutanağı ilerleyen dönemlerde bir sözleşmeye dönüştürülememiştir. Dolayısıyla "Türkiye ile İtalya arasında hiç tartışma konusu bulunmayan genel deniz sınırı"nın resmi olarak kabulü gerçekleşmemiştir. 1947 Paris Antlaşması ile Oniki Adalar'ın Yunanistan'ın egemenliğine bırakılması kararlaştıktan sonra da bu durum sürmüştür.
Bu bakımdan ele alındığında Ege Denizi'nde karasuları sınırının belirlenmesine ilişkin sorun sadece Kardak kayalıklarına ilişkin değil aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan arasındaki tüm karasuları sınırına ilişkin bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim "Yunanistan'ın Şubat 1950'den başlamak üzere Mayıs 1953, Haziran 1955, Ekim 1956 ve Aralık 1962 tarihlerinde Türk Dışişleri Bakanlığı nezdinde yaptığı yazılı ve sözlü girişimlerle talep ettiği hususlar, 28 Aralık 1932 tarihli metnin sınır çizen bir andlaşma olmadığını göstermesi ve Ege'nin hukuki statüsünü de teyit etmesi bakımından ilginçtir.
Yunanistan bahse konu girişimleriyle, Türkiye ile İtalya arasında düzenlenmiş olan 4 Ocak 1932 Sözleşmesi ile 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler zaptının Yunanistan ile de mer-i olması hususunda mektup teatisine hazır olduğunu; egemenliğinde olan adalar ile Türkiye arasındaki karasuları sınırının şimdiye kadar harita üzerinde çizilmek suretiyle gösterilmediğinin müşahede edildiğini bildirmiştir. Menteşe Adaları'nın kuzeyinde kalan iki devlet karasularının sınırlandırılması işinin karma komisyona havale edilmesi hususunda Türkiye'nin de düşündüğünü sormuş ve bir toplantı tarihi telkin edilmesini istemiştir. İki devletin ilgili makamlarının elinde bulunan ve Ege Denizi'ndeki Türk ve Yunan karasularını gösteren haritalar arasında bazı farklılıkların mevcut olduğunu, bu nedenle iki devlet ilgili makamlarının ellerindeki haritaları karşılaştırmaları ve mutabık kaldıkları takdirde karasularını haritalar üzerinde tespit etmelerini teklif etmiştir."
Kardak Sorunu
25 Aralık 1995 tarihinde Figen Akat isimli bir Türk yük gemisinin Kardak kayalıklarında karaya oturmasının ardından yaşananlar, Türkiye ve Yunanistan arasında karasuları sorununu yeniden gündeme taşımış ve ulusal egemenlik alanlarının saptanması konusunda yeni bir tartışma başlatmıştır.
Figen Akat'ın karaya oturmasının ardından kendi olanaklarıyla kurtulmaya çalışırken yaklaşan Yunanistan'a ait bir muhrip ve üç hücumbotu bölgenin Yunanistan'ın karasuları içerisinde kalmış olduğunu ileri sürmüş ve yardım teklifinde bulunmuştur. Buna karşılık, geminin kaptanı bölgenin Türk karasularına dahil olduğunu belirtmiş ve kurtarma teklifini geri çevirmiştir. Geminin kurtarılması ise Türk sigorta şirketi aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Bu arada, Yunanistan, 26 Aralık 1995 tarihinde Türkiye'ye bir nota vererek söz konusu geminin Yunanistan'ın karasularında bulunduğunu belirterek kurtarma işleminin durdurulmasını istemiştir. Türkiye, aynı gün Yunanistan'a vermiş olduğu bir nota ile iddiaları reddetmiştir.Gemide yürütülen kurtarma çalışmaları sürerken Yunanistan'a ait hücumbotları gemiye yanaşarak kurtarma işlemlerini durdurmuş ve Yunanistan'a ait bir romörkor gemiyi karaya oturduğu yerden çekerek kurtarmaya çalışmıştır. Bu arada kurtarma halatının romörkorün fırdöndüsüne sıkışması Türk gemisinin bu halatı keserek Türk karasularına girmesi ile sonuçlanmıştır. Gemi daha sonra Güllük limanına çekilmiştir
Kardak Gerginliğinin Tırmanışı
İki ülke arasında diplomatik görüş alış verişi sürerken egemenlik iddialarının fiili olarak sergilenmesi konunun bir anda iki ülke medyası, kamuoyu ve siyasileri arasında "ulusal dava" olarak algılanmasına yol açmıştır.
Bu süreci başlatan ise, Yunanistan'a ait Kalimnos Adası belediye başkanının yanında adanın papazı, aileleri ve Antenna adlı Yunan televizyon kanalı çekim ekibini alarak 26 Ocak 1996 tarihinde Kardak kayalıklarına çıkarak bir şenlik havasında kayalıklara Yunan bayrağını dikmesi olmuştur.
Bayrak dikme girişiminin televizyonda yayınlanmasının ardından, ertesi gün Türk medyası konuya ilgi göstermiş ve Hürriyet Gazetesi'nin iki muhabiri helikopter ile Kardak kayalıklarına giderek Yunanlıların dikmiş oldukları bayrağı indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiştir. Bu bayrak mücadelesinin Türk televizyonlarında yayınlanmasının ardından iki ülke arasında kamuoylarının siyasiler üzerindeki baskıları yoğunlaşmış ve diplomatik alanda sürdürülen mücadelenin giderek sertleştiği görülmüştür.
28 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan'da hükümet baskılara dayanamayarak Kardak kayalıklarına askeri bir birliği göndererek Türk bayrağını indirtmiş ve ağır silahlarla takviye edilen birlik kayalıklardan büyük olanına konuşlanmıştır. Aynı gün Atina'daki Türk Büyükelçisi Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'na çağrılarak kayalıkların Yunanistan'a ait olduğu ve yaklaşanlara ateşle karşılık verileceği uyarısında bulunmuştur.
Bu durum Türkiye'de tepkinin hangi düzeyde ve nasıl gösterileceği tartışmalarını başlatırken siyasilerin ve askeri kadronun üzerinde oydaştığı nokta, Yunan askeri varlığının ve bayrağının kayalıklardan uzaklaştırılması olmuştur. Gösterilecek tepkinin iki ülke arasında silahlı bir çatışmaya dönüşmemesi için duyarlılıkla hareket etmek ve çok yönlü düşünmek gerekmiştir. Sonuçta seçenekler dikkate alınarak Kardak kayalıklarından üzerinde Yunan bayrağı dikilmiş olmakla birlikte asker bulunmayan küçük olanına Türk komandolarının çıkmasına karar verilmiş ve bu plan 31 Ocak 1996 tarihinde başarıyla uygulanarak Türk SAT komandoları ikinci kayalığa çıkmışlardır.
Türkiye'nin bu müdahalesi, esasta iki ülkenin soruna ilişkin inisiyatifinin eşitlenmesi anlamını taşımakla birlikte, beraberinde sıcak bir çatışma riskini ve sorumluluğunu da taşımaktadır. Nitekim, kriz sırasında devreye giren ABD, iki ülke arasında yürütmüş olduğu diplomatik arabuluculuk ile sorunun yumuşatılmasını, en azından, statüko öncesi duruma (status que ante) dönülmesini sağlamaya çalışmış ve bu çabaları başarılı olmuştur. 31 Ocak 1996 tarihinde her iki ülke silahlı güçleri aynı anda Kardak kayalıklarından çekilerek statüko öncesi duruma dönülmüştür.
Statüko öncesi duruma dönüşü sağlayan girişimlerde Türkiye’nin Kardak Kayalıkları’ndan küçük olanına asker çıkarması ve “Türk askerlerine herhangi bir saldırıda bulunulmadığı takdirde Yunan birliklerine ateş açılmaması talimatı verdiği ve Yunanistan’ın bayraklarını, askerlerini ve deniz ve hava kuvvetlerini kayalıklardan çekmesi durumunda Türkiye’nin de çekileceğini” açıklamış olmasının yanı sıra ABD’nin “ilk kurşunu atanın karşısında ABD’yi bulacağı”nı açıklamış olması da etkili olmuştur.
Kardak Kayalıklarına İlişkin Hukuki Tartışma
Figen Akat'ın
Güllük Limanı'na çekilmesi ile tartışmalar yeni boyut kazanmıştır; Yunanistan 10
Ocak 1996 tarihinde Türkiye'ye yeni bir nota daha vermiştir. Bu notada Türkiye'nin
iddiaları reddedilmiş, Türkiye ve İtalya arasında 1932 yılında imzalanmış bulunan
ikili anlaşmadan dolayı Kardak (İmia) Adasının İtalya'ya ait olduğu, sonradan 1947
Paris Barış Antlaşması'yla Yunanistan'a bırakılan Oniki Adalar zinciri içinde yer
aldığı dile getirilmiştir.
29 Ocak 1996
tarihinde Yunanistan'ın bu notasına cevap vererek daha önceki görüşleri
tekrarlanmış ve Ege Denizi'nde statüleri tam olarak saptanmamış tüm ada,
adacık ve kayalıkların statülerine ilişkin görüşmelere gidilmesi isteğinde
bulunmuştur.
Türkiye 29 Ocak
tarihli notasında şu görüşlere yer vermiştir;
· 4 ocak 1932
Tarihli Türk - İtalyan Sözleşmesi İkinci Dünya Savaşı öncesi koşullar
çerçevesinde müzakere edilmiştir.
· 4 Ocak 1932
Türk - İtalyan Sözleşmesi Kardak Kayalıklarına ilişkin herhangi bir hüküm
içermemektedir.
· Kardak
Kayalıklarına ilişkin gönderme 28 Aralık 1932 Protokolü'nde yer almaktadır. Bu
protokol ise hukuki geçerliliğe sahip değildir. Geçerlilik kazanabilmesi için
gereken hukuki süreç tamamlanmamıştır.
· Yunanistan 1947
Paris Barış Antlaşması'na ilişki görüşmeler sırasında Oniki Adaların
Yunanistan'a devredilmesi tartışılırken anılan metinlerin kendisi açısından da
geçerli olmasını sağlayacak göndermelerin antlaşmada yer almasını önermiş fakat
bu öneri kabul edilmemiştir. Dolayısıyla 1947 Paris Barış Antlaşması'nda Kardak
Kayalıkları'nın statüsüne ilişkin herhangi bir hüküm yer almamaktadır.
· Kardak
Kayalıkları'nın Oniki Adalar'ı Yunanistan'a devreden Paris Barış Antlaşması'nın
14/1. Maddesinde "bitişik adacık" (adjacent islets) olarak değerlendirilmesi
de mümkün değildir. Kardak Kayalıkları en yakın Yunan adasından 5.5 deniz mili
uzaklıktadır. Bu bakımdan ne "bitişik" ne de "adacık" olarak
kabul edilebilir.
· Kardak
Kayalıkları Türk topraklarına 3.8 deniz mili uzaklıktadır ve Türkiye'ye aittir.
· Yunanistan Lozan
Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması ile devredilen adalar üzerindeki
egemenlik sınırlarını genişletme çabası içerisindedir.
· Bütün
bunların ışığında, Ege Denizi'nde küçük adalar, adacıklar ve kayalıkların
mülkiyetine ilişkin bir anlaşma henüz yapılmamıştır. Bu nedenle, Yunanistan'ın
Ege Denizi'nde küçük adalar, adacıklar, kayalıkları yerleşime açma çabaları
hukuki açıdan herhangi bir sonuç doğurmaktan ve hak kazandırmaktan uzaktır.
· Türk Hükümeti
Ege Denizi'nde küçük ada, adacık ve kayalıkların mülkiyetini kararlaştıracak
müzakerelere girişilmesine hazırdır. Bu müzakerelerden sonra karasularının
sınırlandırılması sorunu da tartışılabilir ve karara bağlanabilir.
· Türk Hükümeti
aynı zamanda tarafları bölgede mevcut durumu kötüleştirecek tek taraflı
girişimlerden uzak durulmasını önermektedir.
· Türkiye, Kardak
Kayalıkları'nda konuşlandırılmış bulunan Yunan askeri varlığının sona
erdirilmesini ve tüm egemenlik işaretlerinin gecikilmeksizin kaldırılmasını
istemektedir.
16 Şubat 1996 tarihli notasında Yunanistan
aşağıdaki görüşleri dile getirmiştir;
"1932 Türk
- İtalyan Anlaşması'nın 'İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasi koşullar
çerçevesinde görüşülmüş olduğu' iddiası herhangi bir yasal önem
taşımamaktadır. Gerçekte, sınır ve toprak düzenlemelerine ilişkin anlaşmalar
istikrar ilkesine göre hüküm ifade eder, sürekli ve değiştirilemezdirler.
Uluslararası Genel Hukukun bu genel kuralı 23 Ağustos 1978 tarihli taraf devletlerin
Antlaşmalara saygı göstermesini düzenleyen Viyana Sözleşmesi'nin 11 ve 12.
Maddelerin yanı sıra 23 Mayıs 1969 tarihli Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 62 (2)
A1.1 maddesinde açıkça hükme bağlanmıştır.
28 Aralık 1932
tarihli Türk - İtalyan Anlaşması'yla ilgili yasal prosedürün tamamlanmadığı
ve bu nedenle Milletler Cemiyeti'nde tescil ettirilmediğine ilişkin iddiaya ilişkin
olarak, şu noktalar sağlanmalıdır; 4 Ocak 1932 tarihinde karşılıklı olarak verilen
mektuplarda kararlaştırılmış bulunan 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma, her iki
tarafça Milletler Cemiyeti Sekreterliği'ne tescil ettirilmiş bulunan 4 Ocak 1932
tarihli Anlaşma'yı tamamlayıcı bir niteliktedir. Bu nedenle, metnin kendisi ve mektup
değişimlerinde açıkça belirtildiği gibi, 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma, üzerinde
egemenliğe ilişkin herhangi bir tartışmanın bulunmadığı bir bölgede deniz
sınırına ilişkindir dolayısıyla, taraflarca ayrıca onaylanmasına gerek
yoktur. Ayrıca, 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma'nın metninin tam bir
uluslararası anlaşma metni olarak kabul edildiği metnin imzasından başlayarak
taraflarca hemen yürürlüğe konulmuş olmasından da açıkça anlaşılmaktadır.
Aynı nedenlerden dolayı, bu olayda Milletler Cemiyeti'nde tescil yapılmasına gerek
duyulmamıştır. Bütün bunlar reddedilemez gerçeklerdir ve Yunanistan'ın yukarıda
sözü edilen anlaşmaların geçerliliği konusunda herhangi bir şüphesi
bulunmamaktadır. Tarihi arşivlerimizde yapılan incelemeler 1950, 1953 veya herhangi bir
başka tarihte Türkiye'nin sözkonusu anlaşmaların geçerliliğine ilişkin olarak
görüşmelere davet edildiğine dair herhangi bir resmi yazışmanın varlığını
göstermemektedir. Kaldı ki böyle bir yazışmanın varlığı sözkonusu olsa bile bu
durum sözkonusu anlaşmanın geçerliliğini hiçbir şekilde etkileyemez. Gerçekte,
uluslararası genel hukuka göre Yunanistan'ın yukarıda sözü edilen anlaşmalarda
doğrudan ardıllığı vardır.
Bundan başka,
1932 - 1947 döneminde ve sonrasında İmia ( Kardak) kazasına kadar bu
anlaşmaların geçerliliği konusundaki tutumunu değiştirmemiştir. Aynı noktalar
İtalya ve Oniki Adalar üzerindeki egemenliğinin sürdüğü dönem için de gerçektir.
Diğer yandan,, sadece 1932'de değil aynı zamanda 1950'de Türkiye bölgede bir deniz
sınırlamasının halihazırda var olduğunu kabul etmiştir. 1950 yılında İstanbul'da
toplanan Ortadoğu Bölgesel Hava Seyir Toplantısı'nda kararlaştırılan İkinci
Ortadoğu Bölgesel Hava Seyir Anlaşması bunu doğrulamaktadır. ICAO tarafından
uygulanmakta olan İstanbul/Atina FIR sınır hattı, ilgili ICAO haritası ve 1953
yılında Ankara'da yayınlanan resmi Türk hava seyir haritasında görüleceği gibi,
Türkiye'nin bölgedeki Batı sınırları ile aynıdır. Bu yönde bir sınırlandırma
1936 Montreux Sözleşmesi çerçevesinde 'İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve
Marmara Denizi'nden geçen gemilerin seyirleri hakkındaki 1953 tarihli yıllık rapora ek
resmi Türk haritasında da görülmektedir. Bütün bu haritalarda, diğer Türk ve
uluslararası resmi haritalarda İmia (Kardak) Kayalıkları Yunanistan'a ait olarak
görülmektedir.
1947 Paris
Barış Konferansı sırasında 1932 anlaşmalarına özel bir gönderme yapılması
yönünde Yunanistan'ın önerilerine ilişkin argümanlar konusuna gelince, 1947 Paris
Barış Antlaşması metninde bu anlaşmalara bir gönderme yapılmaması bu
anlaşmaların geçerliliğini etkilememektedir.
İmia (Kardak)
Kayalıkları Oniki Adalar'ın adalar, adacıklar ve kayalıklar bütününün bir
parçasıdır ve 1947 Paris Barış Antlaşması'nın 14. Madde 1. Paragrafında
belirtildiği gibi bitişik adacık oluşturmaktadır. Bu durum İmia üzerinde açıkça
İtalyan egemenliği kuran 28 aralık 1932 Türk - İtalyan Anlaşması'nda kesinlikle
tanınmıştır. Buna ek olarak, 1923 Lozan Barış Antlaşması'na göre İmroz, Bozcaada
ve Tavşan Adaları dışında sadece Türk kıyılarından üç mil içerisinde kalan
adalar üzerinde Türk egemenliği elde tutulmuştur. Buna göre Yunanistan Türkiye'nin
soruna ilişkin notasında dile getirmiş olduğu uzaklık gibi hukuk dışı
kriterleri değil sadece uluslararası hukuk tarafından verilen egemenlik haklarını
tanır.
Adaların hukuki
rejimi açıkça kararlaştırılmış ve üzerlerinde herhangi bir hukuki şüphe yoktur.
Ek olarak, yerleşik olsun olmasın, birbirinden bağımsız olarak nasıl
nitelendirilirse nitelendirilsin, tüm adalar (adacıklar, kayalık adalar,
kayalıklar vd- bu terimler hukuki değil sadece coğrafi çağrışımlar
içermektedirler) büyüklükleri göz önünde bulundurulmaksızın hem 1923 Lozan
Barış Antlaşması hem de 1947 Paris Barış Antlaşması tarafından aynı hukuki
davranışa tabi tutulmuşlardır. Bu nedenle, yukarıda dile getirildiği gibi, tüm Ege
bölgesinde adaların hukuki rejimine ilişkin herhangi bir boşluk kesinlikle
bulunmamaktadır."
Tarafların
hukuki ve siyasi yorumlarını içeren bu nota değişimleri sonucunda Ege'de rejim kuran
antlaşmaların yorumlanmasında fikir ayrılıkları içerisinde oldukları ortaya
çıkmıştır. Bu arada Avrupa Parlamentosu, 15 Şubat 1996 tarihinde almış olduğu
karar ile “1923, 1932 ve 1947 antlaşmalarına uygun olarak Kardak / İmia
adacıklarının Oniki Adalar grubuna dahil olduğunu” belirtmiş, “Türkiye’nin
Yunanistan’ın egemenlik haklarına yönelik tehlikeli tehditlerini” kınamış
ve Türkiye’yi uluslararası antlaşmalara saygı göstermeye çağırmıştır.[xi] Gerçekte
Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu karar Kardak bunalımına bir anda Yunanistan
– Türkiye arasında bir sorun olmaktan çıkarıp Türkiye ile Avrupa Birliği
arasında bir sorun haline getirebilecek bir nitelik kazandırmıştır. Alınan kararda
Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyesi olduğu, Ege Denizi’nde askeri gerilimin
Türkiye tarafından tırmandırıldığı ve Yunanistan’ın sınırlarının
AB’nin dış sınırları olduğu vurgulandıktan sonra, AB üyelerinin, Türkiye ve
Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesinde etkin rol oynamaları, Türkiye’nin
AGİT çerçevesindeki yükümlülüklerine sadık olması çağrısında
bulunulmuştur. Türkiye ise, Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu
kararı Yunanistan yanlısı bir karar olarak değerlendirmiştir. Gerçekte
Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu karar Kardak bunalımına bir anda Yunanistan
– Türkiye arasında bir sorun olmaktan çıkarıp Türkiye ile Avrupa Birliği
arasında bir sorun haline getirebilecek bir nitelik kazandırmıştır. Alınan kararda
Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyesi olduğu, Ege Denizi’nde askeri gerilimin
Türkiye tarafından tırmandırıldığı ve Yunanistan’ın sınırlarının
AB’nin dış sınırları olduğu vurgulandıktan sonra, AB üyelerinin, Türkiye ve
Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesinde etkin rol oynamaları, Türkiye’nin
AGİT çerçevesindeki yükümlülüklerine sadık olması çağrısında
bulunulmuştur. Türkiye ise, Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu
kararı Yunanistan yanlısı bir karar olarak değerlendirmiştir.
Kardak bunalımı
Ege Denizi’nde yeni bir sorunu ortaya çıkarmakla birlikte Ege’de statüleri henüz
saptanmamış bulunan pek çok adacık ve kayalığın bulunduğunu ve iki ülke arasında
bu konuda bir hukuki düzenleme yapılmasının zorunlu olduğunu göstermesi bakımından
önemli bir gelişme olmuştur. Nitekim kısa bir süre sonra Türkiye henüz hukuki
olarak statüsü kararlaştırılmamış olan bu tür adacık ve kayalıkları “gri
bölgeler” olarak nitelendirmiş ve Gavdos adası olayında da görüldüğü gibi,
statülerini tartışmaya başlamıştır. Kardak bunalımının ardından, TSK Harp
Akademileri Komutanlığı tarafından hazırlanan Ege’nin statüsüne ilişkin bir
raporda antlaşmalarla statüleri kararlaştırılmamış bulunan ada, adacık,
kayalıklar Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olarak Türkiye’nin egemenliğindedir[xii] görüşüne
yer verilmiştir. Buna göre, “Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi gereğince
Yunanistan’a verilen adaların dışında kalan Zürafa, koyun Adaları, Hurşit ve
Girit civarında bulunan Bergitsi, Sıgri, Tokmakia, Kasonisi gibi ada ve adacıklar
üzerinde Türkiye'nin egemenliği hukuken devam etmektedir.
Aynı madde
uyarınca Lozan Antlaşması’nın aksine bir hüküm bulunmadıkça 13 Şubat 1914
tarihinde Yunan işgali altında bulunmuş olsa dahi, Anadolu’nun 3 mili içinde bulunan
bütün ada, adacık ve kayalıklar, Türkiye’nin egemenliği altındadır. Antlaşmada
yer alan 3 millik mesafe, dönemin karasuyu mesafesi olduğuna göre, bugün de
aksine bir hüküm bulunmadıkça 6 mil olan karasuyu dahilinde bulunan ada, adacık ve
kayalıklar Türkiye’nin egemenliğindedir.
Menteşe Adaları
bölgesinde bulunup da antlaşmada ismen zikredilmeyen adalar ile ismi zikredilen 14 adaya
bitişik olmayan ada, adacık ve kayalıklar, başka deyişle 28 Aralık 1932
zabıtnamesinin statüsüne bağlı olan adalar veya statüleri Kardak kayalıkları ile
aynı olan Keçi, Bulamaç, Kalimnos, Sakarcılar, Çerte, Nergiscik, İstanbulya
güneyindeki 12 ada, adacık ve kayalık ve Girit’in kuzeydoğusundaki 13 adada, adacık
ve kayalıklar üzerinde Türkiye'nin egemenliği devam etmektedir”[xiii]Bu tartışmalar
Türkiye ve Yunanistan arasında yeni bir gerginliği daha ortaya çıkarmıştır,
Yunanistan Ege’de egemenliğinde olmakla birlikte üzerinde insan yaşamayan ada,
adacıkları iskana açma politikası izlemeye başlamıştır. Bu durum ise Ege’deki
dengeleri özellikle ulusal karasuları sınırı bakımından ilgilendirmektedir. İskana
açık olmayan ada ve adacıkların kendilerine has karasuları sınırını olmayışı
Yunanistan’ın bu ada ve adacıkları iskana açarak karasuları sınırını
genişletme çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.